5 Eylül 2013 Perşembe

JOAN BAEZ


Engin ERKİNER




Biraz önce Joan Baez’in, bu üniversite yıllarından beri sevdiğim şarkıcının 70 yaşına bastığını öğrendim.


Onun şarkılarıyla ilk kez 1968’de ODTÜ’de Hazırlık Sınıfının ikinci yarısında iken, artık İngilizceyi rahatlıkla anlayabildiğim dönemde tanışmıştım.


Haftada 30 saat İngilizce eğitiminin bir bölümü de laboratuara ayrılmıştı. Kulaklıkla İngilizce şarkılar konuşmalar dinlerdiniz ve sonunda ne kadarını anladığınızın kontrol edilmesi amacıyla sınava girerdiniz.


İki tane dinletiyi hiç unutmam.


İlki, Jules Verne’in Round the world in eighty days (80 Günde Devrialem) kitabıydı. Parça parça dinletilirdi.


İkincisi ise, Joan Baez’in bir şarkısıydı: The House of the rising sun. (Güneşin doğduğu ev, olarak çevrilebilir).


Joan Baez’in seçilmesinin nedeni, son derece anlaşılır sözlerle şarkı söylemesiydi.


1960’lı yıllarda gitar eşliğinde ve esas olarak söze ağırlık vererek yapılan müzik bütün Batı ülkelerinde son derece popülerdi.


O yılların Alman şarkıcılarında da aynı yöntem var.


Protesto müziğinin en iyi tarzı budur.


Fazla müzik yok ve ağırlık sözlerde, sözlerin anlamında.


Müzik, açık bir mesajı iletmek için kullanılıyor.


Ardından We Shall Overcome (Kazanacağız) ile tanıştım.


Bu şarkı 1963 yılında ABD’deki siyahların ırk ayrımını protesto etmek için Washington’a yaptıkları uzun yürüyüş sırasında tanınmıştır. Bu yürüyüşe siyahların tanınmış insan hakları savunucusu Martin Luther King’in yanı sıra Joan Baez de katılır.


Sonraki yıllarda We Shall Overcome’ın aslında bir kilise şarkısı olduğunu öğrenecektim.


Aslında içeriğinden de anlaşılıyordu…


Let us die to make men free


The truht is marching God.


İnsanı özgürleştirmek için ölelim


Gerçek Tanrı’ya yürüyor.


Joan Baez’in sesini seven, kaçınılmaz olarak ABBA’yı da sever.


ABBA, Beatles ile birlikte en sevdiğim müzik grubudur.


Sonraki yıllarda Bob Dylan’ı keşfettim. 1960’lı yıllarda ABD’nin en tanınmış solistleri arasındaydı ve o da protesto müziği türünde söylüyordu.


Bob Dylan ve Joan Baez, 1968’in müzikçileri sayılırlar.


İkisinin birlikte söylediği Blowing in the wind (Rüzgarda giden) en sevdiğim şarkılardan bir tanesidir.


Joan Baez’i canlı olarak dinleme imkanım da oldu.


On yıl kadar önce Frankfurt’taki konserine gittim.


Tam sevdiğim tarz, 60’lı yılların tarzı…


Son derece sade giyinmiş, makyajı yok ya da fark edilmeyecek kadar az, müzik geri planda ve söz önde…


Bu sadeliğin içindeki müthiş kaliteyi ise hissetmemek mümkün değil…


1960’lı yıllarda insanlar çok sayıda ülkede müthiş bir savaş verdiler.


Başarı, amaç olarak alınana ulaşmak olarak tanımlanırsa eğer, büyük oranda başarısız oldular.


Hepimiz o başarısızlığın çoğu ferdi birbirini tanımayan ailesiyiz.


Yakın tarih, bundan daha kaliteli bir aileyi de maalesef bir daha göremedi.

Hiç yorum yok: