Engin
Erkiner
Hakim Türk
kültüründen çatırtı sesleri geliyor. Bu sesler genellikle reddedilir ama bazen
bir köşe yazısında birkaç cümleyle ifadesini buluverir.
Yılmaz Özdil’in,
4 Eylül günü Hürriyet Gazetesi’nde
yayımlanan yazısı da böyle…
Yazının
kendisi bir şey söylemiyor, ama tanıttığı bir kitaptan yaptığı alıntı söylüyor.
1993-1995
yılları arasında Beytüşşebap’ta kaymakamlık yapan Mesut Taner Genç
yaşadıklarını bir kitapta anlatmış: “Ateş Hattında-Beytüşşebap Kaymakamı’nın
PKK ile Mücadele Günlüğü”.
Özdil bu
kitaptan birkaç cümle aktarıyor:
“Her insan
korkar. İnsani duygudur. Ancak, yüreğimde hissettiğim korku değildi, derin bir
sızıydı... Taa Çin sınırlarından Avrupa’nın içlerine ilerleyen millet, çapulcu
karşısında acze mi düşmüştü?“
Bu
değerlendirmenin 1994’te yapıldığını varsayarsak, gerillaya çapulcu dediğiniz
zaman, 1984’ten beri on yıldır onunla savaşan siz ne oluyorsunuz, gibi bir soru
üzerinde durmayalım.
Yazar, Türklerin
kimliğindeki ciddi bir sorunu özlü olarak anlatmış: Çin sınırından Avrupa
içlerine kadar ilerlemiş olan bizler bu duruma mı düşecektik?
Türklerin en
çok öğündükleri konu askerliktir, ordunun gücüdür.
Türk
yenilmez, sadece yener.
Türkün gücü
önünde durulmaz…
Siz başka
ülkede kuruluşunun 2500. yılını kutlayan bir kara kuvvetleri olabileceğini
düşünebiliyor musunuz?
Askeri
tarihimiz Mete Han’dan başlar ve ardından da gerçekte Moğol olmalarına
karşın Hunlarla devam eder.
1960’lı yıllarda
ortaokula gitmiş olanlar hatırlayacaktır. Tarih dersinde Birinci Dünya Savaşı
anlatılırken, “biz savaşta yenilmedik, müttefiklerimiz yenildiği için biz de
öyle kabul edildik“ denirdi.
Yıllar sonra
Birinci Dünya Savaşı’nda hem İngiltere’ye hem de Rusya’ya karşı fena halde
yenildiğimizi öğrendiğim zaman çok şaşırmıştım.
Hepimiz bu
eğitim ve sosyalizasyonla büyüdük. Sonraki yıllarda öğrendikçe kendini bundan
kurtarabilenler de oldu, öğrendiklerini tekrarlamaktan öteye gidemeyenler de
oldu.
Beytüşşebap
eski kaymakamı bu eğitimin mağdurlarından birisi gibi görünüyor.
Tarihimiz
yalanlarla dolu, askeri tarih de böyle…
Örneğin
zamanın Çin İmparatorluğu ile savaşa giren Orta Asya Türkleri genellikle
kaybetmişlerdir. Tarih kitaplarımızda bu yenilgiler “bizi birbirimize
düşürdüler, hileyle yenildik“ diye açıklanırdı.
Ardından
Çarlık Rusyası gelir…
Osmanlı,
1711’deki Prut Savaşı dışında bu ülkeyle girdiği savaşların tümünü
kaybetmiştir.
Türk
halkının büyük bölümünün Ruslardan hoşlanmaması sosyalizmden sonra
başlamamıştır, öncesi de vardır.
Çarlık
Rusyası Türkün askeri çapının sınırlarını göstermiştir ve bunu da çok kere
yapmıştır.
Turgut Özal,
“Komünizm Fransa kaynaklı olsaydı daha kolay benimsenirdi“ derken gerçekte bunu
anlatmak istemişti.
PKK’nin
birkaç aydır süren eylemliliği milliyetçilikten gözü dönmüş olanlarda bile “bu
ordu, bu polis nasıl bu duruma düşer? Öğrendiklerimiz yanlışmış galiba…“
düşüncesini uyandırdı.
Kim daha çok
zayiat verdi konusu üzerinde durmayacağım.
Açık olan
bir şey var: Kürdistan’da bazı yörelere ordu kara yoluyla ulaşamıyor.
Askeri
konularla biraz ilgilenenler bile şunu bilir: bir yere piyade giremiyorsa,
orada ciddi bir denetim zaafı var demektir.
Tipik Türk
insanının kafasında bir şeyler sarsılıyor. Sarsılan herhangi bir konu değil;
rejimin yıllardan beri verdiği ve medya yoluyla sürekli tekrarladığı eğitimin
önemli bir parçasıdır: Türk kazanır, Türk üstündür, Türk yenilmezdir…
Temel bir
inancın yıkılması tipik Türk insanını kolaylıkla saldırganlığa götürebilir.
Bunun örneklerini de görüyoruz.
Ülkenin
değişik bölgelerinde Kürtlere yönelik saldırıların genellikle devlet kaynaklı
olduğunu sanmıyorum. Potansiyel var, öfke var, büyük hayal kırıklığı var…
Böyle
durumlarda en kolay yol, silahsız olana, kendini savunma imkânı az olana
saldırmaktır.
Hakim Türk
kültürünün temellerinden birisi çatırdıyor.
İtiraz
edilecektir, gerekçeler bulunacaktır, “şöyle yapmalıydık“ diye yollar gösterecektir…
Bunların
hepsi olacaktır ve bir gün çatırtı artık gizlenemez duruma gelecektir.
Bu durum Türklerin
kendi tarih efsaneleriyle hesaplaşması için iyi bir başlangıçtır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder