5 Eylül 2013 Perşembe

BİR DENİZ GEZMİŞ ANISI


Engin ERKİNER


Deniz Gezmiş’i Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde görmüşlüğüm var, aramızda herhangi bir konuşma olmadı. Ama Deniz Gezmiş’in bir eylemi sonraki yıllarda benim hayatımı etkileyecekti.


Deniz Gezmiş 1970 yılının kış aylarına doğru ODTÜ yurtlarında kalırken bir MHP sempatizanını yakalar ve sorguya çeker. Bu genç makbuz karşılığında MHP’ye bağış toplamaktadır. Acemilik işte, makbuz karşılığı bağış toplanır mı! Hele de ODTÜ gibi yerde…


Makbuzlardan bir tanesinde 600 TL yazmaktadır. Bağış yapan kişi de o sırada yeni açılmış olan Teorik kimya Bölümü’nden Dr. İskender Öksüz’dür. Deniz makbuzları alır ve yanında bir kişi ile (sonraki yıllarda bunun İrfan Cüre olduğunu öğrenecektim) İskender Öksüz’ün odasına gider. Makbuzları göstererek, “Bunlar nedir” diye sorar. İskender Öksüz de, “Ben bu parayı onlara kitap almaları için veriyorum” der. Deniz de, “Onlar bize karşı kullanmak için mermi alıyorlar” der ve İskender Öksüz’den gözlüklerini çıkarmasını ister. Ardından adama birkaç yumruk atar.


O gece, bölümde kalan müstahdemlerin anlattığına göre bazı sivil kişiler kapası kapalı olan Kimya Öğrenci Derneği’ne girmek isterler. Sonra vazgeçip geri dönerler.


1970’in o aylarında ODTÜ’ye gece vakti girip dernek basmaya çalışılması, gelenlerin sıradan kişiler olmadıklarını gösterir. Büyük olasılıkla İskender Öksüz MHP’ye gitmiş, başına geleni anlatmış, oradan da birkaç kişi, belki de polistiler, ODTÜ içinde bir derneği basmaya gelmişler ama kimseyi bulamamışlardır. (Biz yaklaşık iki saat önce Yönetim kurulu’ndan birkaç kişi dernekten ayrılmıştık.)


Teorik Kimya Bölümü, Türkçülüğüyle bilinen Oktay Sinanoğlu tarafından kurulmuş yeni bir bölümdü. Birkaç öğretim üyesi vardı ve hepsi gericiydi. Pek seslerini çıkaramıyorlardı ama biliniyorlardı.


1972 yılının Temmuz ayında okulu bitirdim. Kimya Bölümü’ne girerken niyetim öğretim üyesi olmaktı ama aradan geçen dört yılda bu insanlardan soğumuştum. Doğa bilimlerinde iyiydiler ama sosyal konularda çocuktan farkları yoktu. Bir an önce buradan gitmek istiyordum, ama gidemezdim. Okulda THKP-C’ye olan sempatiyi örgütlemek üzere üç kişilik bir komite oluşturmuştuk. Üniversiteye de öğrenci kimliği olmadan girilemiyordu. Sözün kısası yüksek lisans için kayıt yaptırmam gerekiyordu. Yaptırdım!


Kimya Bölümü’nün asistanlık sınavı vardı. Sınava girmek için okulu belirli bir ortalama ile bitirmiş olmak gerekiyordu. Yıllardır geçerli olan ortalama, sınava girmeyeyim diye yükseltildi. ABD not sistemine göre 4 üzerinden en az 2.70 mezuniyet ortalaması isteniyordu. Benimki 2.75 idi. Alınan bir kararla gerekli ortalama 2.77’ye çıkarıldı. Olacak şey değil, ama oldu!


Bölümde tanıdığım asistanlar açıkça söylediler: “Git buradan! Okulu dört yılda bitirdin ama yüksek lisansı dört yılda bitiremezsin. Beni süründürecekler…”


Haksız da değiller… Gün onların günü… 1970’de öğretim üyeleri kuruluna katılan iki öğrenci temsilcisinden biriydim. Mimlenmek için fazlasıyla yeterliydi.


Git demesi kolay da nereye gideyim. Tek seçenek Teorik kimya Bölümü’ne geçmekti… İki bölümün arası açıktı ve Kimya’dan Teorik Kimya’ya öğrenci gitsin istenmiyordu. Gittim Teorik Kimya Bölüm başkanı ile konuştum. Timur Halıcıoğlu, istatistik mekanik hocası… Bu bölümde yüksek lisans yapmak isteğimi sevinçle karşıladı, sadece bir tez hocası bulmamı istedi. Kimya Bölümü’nde iken alınması zorunlu olan üç teknik seçmeli dersten tümünü bu bölümden almıştım. İkisinin hocası da İskender Öksüz idi ve iyi notlar almıştım. İskender’in adını söyledim, tamam dedi.


Kimya Bölümü ile kavga etmeye gitti. Bölüm Başkanı Bahattin Baysal beni bırakmak istemiyor, ama yapabileceği bir şey de yok. En sonunda, “tez hocası kim” diye soruyor. İskender’i duyunca, “Bunların birisi Dev Genç’li öteki Ülkü Ocaklı, nasıl anlaşacaklar” diyor.


Bölüm değiştirmem gerçekleşiyor ama Timur Halıcıoğlu da hayli şaşırıyor.


Hemen ertesi gün beni çağırdılar. Timur ve İskender oturuyorlar. İskender Öksüz, “Sen Dev Genç’li misin? Ben seni parlak bir talebe olarak hatırlıyorum” dedi. Ben de, “Dev Gençliler derslere girebildiklerinde iyi öğrencidirler” dedim.


O kadar, başka bir şey konuşmadık…


Yüksek Lisans öğrenimi boyunca, iki yıl sürdü, en küçük bir zorlukla karşılaşmadım. İskender ile tek sıkıntımız, “konuşurken öz Türkçe kelime kullanma, sinir oluyorum” demesiydi.


İkinci eşi MHP’lilerin tanınmış bir yazarıydı: Emine Işınsu. Soyadı da tam teorik kimya soyadı yani…



Spektroskopi hocasının adı Fuat Bayrakçeken idi. 12 Eylül’den sonra bazı profesörler üniversitede iş bırakınca yönetimin ve cuntanın yardımına koşacak olan bir adam… Verdiği seminere devam mecburiyeti vardı, ama bana, “adını yoklama kağıdına yaz, git, sen bunları biliyorsun, der ve eklerdi: yapacak başka işlerin vardır.”


Bu ülkenin sadece solcularının değil sağcılarının arasında da acayip çelişkiler vardır. Öğretim üyelerinin arasında da öyleydi.


Doktora tezini “ışık kimyası” üzerine yazmış. İstanbul Fen Fakültesi’nde “ışığın kimyası mı olurmuş” diyerek bunu sınava almamışlar. Spektroskopi, bir cismin yaydığı ışınımdan onu oluşturan elementlerin oranını bulmakla ilgilenir, yani tam bir ışık kimyasıdır, ama konuyu bilen kişi çok az… Ne yapsınlar? ABD’de okumuş adamı yabancı dil sınavında (İngilizce) bırakmışlar. “Bunların hepsi aptal” diye birkaç kere bana anlatmıştı…


Aslında 12 Mart dönemindeki askerlerin bilgi düzeyiyle, sağcı öğretim üyelerinin büyük bölümünün bilgi düzeyi arasında ilginç bir paralellik vardı. Azıcık farklı olanı anlamıyorlardı. Sorun kabul etmek değil, anlamıyorlardı.



12 Mart 1971’den kısa süre önce Mihri Belli kesimi “Türkiye Solu” adlı yeni bir dergi yayınlamaya başlamıştı. Duvarlar derginin afişleriyle doluydu: “Türkiye Solu çıktı!”


12 Mart’tan sonra biz Kurtuluş Gazetesi’nin bürosunu apar topar boşalttıktan birkaç gün sonra bütün gazete büroları basılır. Bu derginin bürosu da basılır. Bir albay çok sayıda askerle gelir ve herkesi gözaltına alır. Bürodan bir paşaya telefon eder:


“Komutanım, Türkiye Solu Çıktı dergisinden on kişi yakaladık. Bunları ne yapalım?”


O zaman böyleydi işte…

Hiç yorum yok: