5 Eylül 2013 Perşembe

40.YIL


Engin Erkiner

40 yıl önce, 1970 yılının Mayıs ayının ortalarında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ndeki Sosyalist Fikir Kulübü’ne üye olmuş ve böylece örgütlü devrimci yaşama başlamıştım. O sırada Kimya Bölümü ikinci sınıftaydım ve 20 yaşındaydım.


“Buna nasıl karar verdin?” diye sorabilirsiniz.


Sosyalizme anarşizm üzerinden gelmiş bir insanım. Anarşizm deyince oraya buraya saldırmaya meraklı bir tip olarak düşünmeyin. Anarşizmin teorisini iyi biliyordum ve bu akımın bireye yaptığı vurguyu önemsiyordum. Bazı yüzeysel sosyalistlerin sahip oldukları “bireyin toplum içinde erimesi gerektiği” düşüncesi bana yabancıydı.


Geçtiğimiz 40 yıl içinde bu özelliğimi ve düşüncemi korudum diyebilirim.


Anarşizmden sosyalizme yönelmem nasıl oldu?


1969’dan beri değişik yürüyüşlere ve forumlara katılırdım. ODTÜ işgal edildiğinde yapılmış neredeyse tüm forumlara dinleyici olarak katılmıştım. Üniversiteye girdiğimde, hazırlık sınıfında liberal bir insandım. Biliyorsunuz, liberalizm de bireyi ön planda tutar. Devrimci olayların yanı sıra okuduğum kitaplar da beni sola doğru götürdü. İlk durağım anarşizmdi. Beni buraya getiren kitap da, kapitalist toplumun kesin olarak reddedilmesinin gerekli olduğuna beni ikna eden Herbert Marcuse’un “Tek Boyutlu İnsan” kitabıydı.


Yani benim sola yönelmem Marx-Engels-Lenin okuyarak olmadı. Okula girdiğimden beri diyalektik materyalizme meraklıydım ve bu konuda hayli okumuştum, ancak daha ötesi yoktu.


Devrimci harekette anlamakta zorlandığım değişik konular vardı ve bir tanesi de örgüt idi. Anarşizmin anlayışıyla, bireylerin üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeleri durumunda örgüte de gerek kalmayacağını düşünüyordum. Gördüklerim beni bu düşüncenin doğruluğu konusunda şüpheye düşürdü. Lenin’in “Ne Yapmalı” kitabını aldım ve okudum.


Hiçbir şey anlamadım!


Anlamamamın nedeni, içindeki Rusça isimler değildi. Örgüte bu kadar büyük önem verilmesini anlamıyordum. Düşündüm ve anladım ki eksiklik bendedir. Benim pratiğe girmem gerek, okumayı sürdüreceğim ama pratiğe girip okuduklarımı pratikte görmem gerek…


Bu nedenle SFK’ya üye oldum.


SFK’ya üye alınırken artık mülakat yapılıyordu. Daha sonra bunun nedeninin Kırmızı Aydınlık ile Beyaz Aydınlık arasındaki ayrılık olduğunu öğrenecektim. Buna Mihri Belli ile Perinçekçiler arasındaki ayrılık da denilebilir. Mihri Belli, Mahir Çayan ve o dönemden aklınıza gelebilecek çok sayıda isim bir tarafta, sonradan PDA (Proleter Devrimci Aydınlık) olarak bilinecek kesim de öteki tarafta yer alıyordu.


SFK yönetimi örgüte PDA’cıların sızmaması için üye alırken mülakat yapmaya karar vermişti.


Mülakat yapan iki kişi vardı. Birisi kimdi hatırlamıyorum, öteki SFK Başkanı Ertuğrul Kürkçü idi. Kırmızı ile Beyaz Aydınlık ayrılığını sordular, hiç fikrim yoktu.


“Neden SFK’ya üye olmak istiyorsun?” diye sorduklarını hatırlıyorum.


“Sosyalistim” dedim.


Ertuğrul, “bir sürü sosyalist var ama çoğu üye değil, sen neden üye olmak istiyorsun?” diye sormuştu.


“Örgütün gerekli olduğuna inanıyorum” demiştim ve mülakat da oracıkta bitmişti.


SFK üyeleri, yaz tatili sırasında görev alıyorlardı. Herkese bulunduğu kente göre yapacağı bir iş veriliyordu. Sonradan gördüğüm kadarıyla verilen işi yapmak kişinin kendi insiyatifindeydi zira denetleme diye bir şey söz konusu değildi. Ben de Ankara’da olduğum için Kırmızı Aydınlık arşivinde çalışmakla görevlendirildim.


Orada Mihri Belli, Mahir Çayan, Ahmet Kardam, daha sonra birlikte Kurtuluş Gazetesi’ni çıkaracağımız Ali Orhan Yücelalp ile tanıştım. Kırmızı Aydınlık diye bilinen dergi örgütün merkez yayın organı olduğu için büroya çok sayıda kişi gelip gidiyordu.


Bu arada unutmayayım, okulun yaz tatiline girmesine kısa bir süre kala Kimya Öğrenci Derneği genel kurulu yapılmış ve SFK’lılar olarak dernek yönetimini sosyal demokratlardan almıştık. Kendim istemeden yönetim kuruluna alınmıştım. Nedeni, notlarımın iyi olmasıydı. Devrimciler aleyhinde “tembel öğrenciler” olarak propaganda yapıldığı için, not ortalaması yüksek olan birisinin yönetimde bulunması isteniliyordu.


Yaz aylarında bir toplantı yapıldı ve daha sonra Mihri Belli grubunda kalacak ve 1975 sonrasında da TKP’li olacak Ahmet Kardam herkese araştırma konusu dağıttı. Bana da Kıbrıs konusu düştü. O yıllarda hayli günceldi ama hakkında hiç bilgim yoktu.


Epeyce kitap okudum, Kıbrıslı öğrencilerin toplantılarına katıldım. Sonunda galiba 35 sayfa kadar bir yazıyı hazırladım ama 1970 yılı sonbahar aylarında Kırmızı Aydınlık içinde ayrılık gerçekleştiği, Mihri Belli ile Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (TDGF) yönetimi ayrıldığı için araştırmayla ilgilenen de olmadı. SFK’nın önemli bir bölümü TDGF yönetimi yanında yer alıyordu. (Daha sonra THKO ve THKP-C’yi oluşturacak olan kadro…)


Bu arada üniversite yeniden açılmıştı. Üçüncü sınıftaydım ama derslere giremiyordum. SFK’ya gelir temini için bölümde bir kantin kurmuştuk ve bütün zamanımızı alıyordu. Geceleri de gizlice bölüm deposuna girip bizden istenilen ve patlayıcı imalinde kullanılan asitleri büyük şişeler içinde yürütüyorduk.


Hangi gündü hatırlamıyorum ama güneşli bir sonbahar günüydü, okulun içinde yürürken Ertuğrul Kürkçü içeri alındığı için SFK Başkanı olan Ali Artun ile karşılaştım. Sonraki yıllarda şöyle düşünmüşümdür: Eğer bu karşılaşma olmasaydı, sonraki yıllardaki hayat çizgim de farklı olabilirdi. Karşılaşma tamamen rastlantıydı. Bana TDGF’nin merkez yayın organı İleri Dergisi’nin yazı işleri sorumlusu olmamı önerdi. Önce çok işim var, yapamam diye itiraz ettim. Israr etti, başkası yoktu, ben de kabul ettim.


İşim derginin yazılarını toplamak, basımına nezaret etmek ve dağıtımıyla uğraşmaktı. Dergi daha önce Mihri Belli taraftarlarının denetiminde imiş, ayrılık olunca TDGF yönetimi kendi üzerine almış ve bu nedenle de yeni bir yazı işleri sorumlusu gerekli olmuş…


Derginin 6. sayısı Ocak 1971’de çıktı. Kırmızı kapaklı güzel bir sayıydı ve en azından benim insiyatifimde olan Ankara’da iyi dağıtıldı ve dahası ilk kez bir şey yapıydı: derginin parası toplandı.


Bu arada, 24 Ocak 1971’de polisin SBF yurdunu basması ve orada saatlerce süren çatışma sonucu hastanelik olacak derecede yaralandım. (İleri’nin işlerini SBF yurdunda yürütüyordum.)


6. sayı derginin son sayısı olacak ve tek yayın organı olarak, kurulmuş ama henüz varlığı ilan edilmemiş olan THKP-C’nin gayrı resmi yayın organı olarak Kurtuluş yayınlanacaktı. Ek olarak broşürler çıkarılacaktı. Aydınlık Sosyalist dergi İle Ayrılıklarımız ve 1965-1971 Devrimci Mücadele ve Dev-Genç broşürleri ilk olarak yayınlanacaktı.


Kurtuluş gazetesini Ali Orhan, ben ve İlhan Kalaycıoğlu birlikte yayınlayacaktık. Bu amaçla Ankara’da Kızılay civarında bir de büro tutulmuştu.


Bu arada bana, TDGF’nin yeni bir yapılanmaya gideceği ve bu örgütün genel propaganda sorumluluğunu üstlenmem teklifi geldi. Bu sefer tereddütsüz reddettim. Boyumu aşan işlere girmeyi severim ama bu iş boyumu fazlasıyla aşıyordu. Zaten iki ay sonra da 12 Mart 1971 darbesi olacak ve TDGF kapatılacaktı.


Kurtuluş’u iki sayı çıkarabildik. Üçüncü sayı, büroyu terk etmek zorunda kaldığımız için bildiri olarak çıkacaktı. Kesintisiz Devrim 1’i ise matbaada polisten kaçıramayacaktık.


Ankara’da da sıkıyönetim ilan edilmişti. Bu kez aranan kişiler arasında irtibat kurma görevine getirildim. Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru arasında bağlantı kuruyordum. Yurtta kalmadığım ve derneklerde de görünmediğim için tanınan birisi olmamam ve güvenebilecekleri birisi olmam seçilmemde belirleyici olmuştu.


Birkaç ay sonra Ankara boşalacak, burada gizlenenler İstanbul’a gidecekler ve irtibat bürosu olarak tutulan bir emlak bürosunda “çalışanlar”dan birisi olacaktım.


Örgütlü bir devrimci olalı daha ancak bir yıl olmuştu ve nereden nereye gelmiştim…


Herkes aynı durumdaydı. Olağanüstü bir dönem yaşanıyordu ve herkes elinden geleni yapıyordu. Benim yapmaya çalıştığım da bundan fazla bir şey değildi.

Hiç yorum yok: