19 Ağustos 2012 Pazar

ZAZALIK YA DA KENDİNE DÜŞMAN YARATMAK




Engin Erkiner

Hüseyin Aygün olayıyla birlikte Dersimlilik ve Zazalık konusu yeniden gündeme geldi.
Bir tarafa göre, Zazalar Kürt değildir. Zazaların Kürtlerden ayrı özgün yanları vardır.
Öteki tarafa göre ise, devlet, Zazalığı Kürtleri bölmek için kullanmaktadır. Zazalık Kürtlüğün bir bölümüdür. Zazaca da Kürtçe’nin lehçelerinden bir tanesidir. Ve ekleniyor: Zazaların ayrı bir halk olduğunu savunmak devletin oyununa gelmektir.
Konuyu açıklığa kavuşturmak için Zazaların tarihini incelemeye, Zazaca ile Kürtçe arasındaki benzerlikleri ve ayrılıkları araştırmaya gerek yok; çünkü temel bir ilke vardır:
Bir halk kendini ne hissediyorsa odur. Bir halka ne olduğunu ve ne olmadığını anlatmak başkasına düşmez.
Dersim’de çok sayıda insan kendisini Kürt olarak görmüyorsa, onlara “sen aslında Kürtsün” dayatması yapılamaz.
Unutmayalım; Türkiye Cumhuriyeti de yıllarca Kürtlüğü inkar etmeyi ve Kürtlerin aslında Türk olduklarını dayatmayı devlet politikası olarak izlemişti.
Bu politikanın temel unsurlarından bir tanesi de Kürtçe adlı bir dilin bulunmadığı, Kürtçe’nin gerçekte Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı uydurma bir dil olduğuydu. Değişik “bilim insanları” bu konuda açıklamalar bile yapmışlardı.
Tarih herkesin aradığını bulabileceği kadar zengin bir alandır. Kanıtlamak istediğiniz görüşe uygun olan bir şeyleri mutlaka bulursunuz.
            Diyelim ki, Zazaca Kürtçe’ye  dahildir, onun lehçelerinden bir tanesidir.
            Bu saptama doğru bile olsa, buradan Zazaların aslında Kürt oldukları sonucu çıkmaz.
            İsviçre’nin kuzeyinde yaşayan halk ve Avusturyalılar Almanca konuşurlar, ama bu halklar Alman değildir. Aynı dil konuşulsa bile buradan aynı dili konuşan aynı halktandır sonucu çıkmaz.
            Benzeri bir durum Türkler için de geçerlidir. Azerileri, Özbekleri, Kazakları Türk sayamazsınız. Bu halkların dilleriyle Anadolu Türkçesi arasında önemli benzerlikler bulunması, onların Türk oldukları anlamına gelmez. Onlar Azeridir, Özbektir, Kazaktır.


            Kürdistan’da sadece Kürtler yaşamıyor; Türkler ve başka halklar da bulunuyor. Eğer bütün halkların eşit haklara sahip olması, dil ve kültürünün tanınması ve bunları serbestçe geliştirebilmek özgürlüğüne sahip olması savunuluyorsa; Zazaların Kürt olması ya da olmaması arasında önemli fark bulunmuyor demektir.
            Bu insanlar kendilerini Kürt hissetmiyorlarsa, Kürt değildirler.
            Devlet bunu kullanıyor ve kışkırtıyor mu; evet, öyle yapıyor.
            Bu durumda yapılması gereken, tersine politika izlemek değildir.
            Yapılması gereken; Zazaların dillerini, kültürlerini, inançlarını savunmalarını ve özgürce geliştirebilmelerini savunmaktır. Cem evleri kurulmasından Dersim tarihinin iyice araştırılmasına, Zazaca öğretilmesine kadar bölge halkının demokratik taleplerini savunmaktır.
            Bu durumda devlete kışkırtabileceği herhangi bir malzeme kalmaz. Üstelik demokratik taleplerin savunulması bizlere ters de değildir.
            Aksini savunmak kendi elinle düşman yaratmak ya da devletin zaten kullandığı bir sorunu iyice büyütmek anlamına gelir.
            Bir özgürlük hareketinin karşısındaki büyük tehlikelerden bir tanesi; uzun zamandan beri savaştığı güce bazı yönlerden bile olsa benzemektir. Bu benzemenin objektif temelleri vardır. Hepimiz aynı kültür ortamında büyüdük ve çoğu kez bilinçsiz olarak bu ortamın özelliklerini içselleştirdik. Sonraki yıllarda bilinçlendiğimizde bu içselleştirmeden kurtulmaya çalıştık.  
            Bölücülük, Cumhuriyet ideolojisinin önemli kelimelerinden bir tanesidir. “Bölünmek kötüdür, bir olmalıyız.”
            Çeşitlilik içinde birlik olmak Cumhuriyet ideolojisine sığmaz. Bölücülük her yola başvurularak engellenmelidir.
            Buradaki anlayış şöyle de ifade edilebilir:
            Asimile edemediğini, kendine bağlayamadığını dış güçlerin ya da düşmanın hizmetinde olarak ilan edersin.
            Cumhuriyet tarihi bunun örnekleriyle doludur ve benzer örnekleri başka alanda yaşamanın da hiç gereği yoktur.
            Farklılığı kabul etmek, temel hakları herkes için savunmak ve birlikte yaşamayı öğrenmek…
            Başka yol yoktur.


12 Ağustos 2012 Pazar

FANON: SÖMÜRGECİLİK VE RENK




Engin Erkiner

            Fransa, işgal altındaki özgür insanların ülkesidir.

            Bir ülke işgal edildiğinde amaç ekonomik, politik ve askeri çıkar sağlamaktır. Ülkenin ekonomik kaynakları talan edilir, stratejik konumu yeni saldırılar için kullanılır ve bu işgal ek işgaller için zemin hazırlar.
            İkinci Dünya Savaşı başlarında Fransa Naziler tarafından işgal edilir. Birkaç yüzyıldır uzak ülkelerde görülen Avrupa sömürgeciliği, Nazilerle Avrupa’ya taşınır. Sömürgecilik artık Afrika, Uzak ve Ortadoğu ülkelerine değil, Avrupa’ya yöneliktir.
            Fransa işgal edilmeden İngiltere’nin işgaline teşebbüs edilemezdi. Naziler, Fransız toplumunu ayrıştırıp bir bölümünü yanlarına çekerler. Kıtasal özellik taşıyan Yahudi soykırımının bu ölçekte hayata geçirilebilmesinde yerli işbirlikçilerinin önemli rolü vardır.

            Fanon, Avrupa’daki sömürgecilikle ya da Avrupalının Avrupalıyı sömürgeleştirmesiyle, Avrupa’nın kıta dışındaki sömürgeciliğini birbirinden ayırır. Fransa için yapılan belirleme, işgal altındaki özgür insanların ülkesi, Fanon’un görüşlerinin tek cümlelik özetidir.

            Bu cümle, sömürgeciliğin insanla doğrudan ilgili yanının, psikolojik yanının bulunduğu anlamına da gelir. Sömürgeciliğin bu yanı ekonomik göstergeler sınırları içinde kalınarak anlaşılamaz. Bağımsızlık istemenin ekonomik olarak açıklanamayacak yanları vardır.

            Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde Cezayir ve diğer Afrika ülkeleri için açıkladığı gibi, ulusal burjuvazinin bağımsızlık istediği kuşkuludur. Bağımsızlık sonrasında sömürgeci ülkenin sermayesi ve teknik elemanları gittikleri için ekonomik durum eskisinden de kötü olur. Buna rağmen Cezayir halkının artan oranda bağımsızlık istemesinin başka güçlü nedenleri olmalıdır.

            Fanon’a göre sömürge bir ülkenin bağımsız olması, bir insan türünün yerini başka bir insan türünün alması demektir.
            Bağımsızlık mücadelesi, sömürge ülke insanının kendinden kurtulma mücadelesini de içerir. İnsanlığın yaklaşık yüzde 70’i bir dönem sömürgelerde yaşadı ve bunların tamamına yakını da derisi beyaz olmayan insanlardı. Sömürgecilik, bu nedenle, farklı deri rengi anlamına da gelir; beyaz Avrupalının derisi renkli olanların yaşadığı ülkeleri sömürgeleştirmesi…

            Fransa’yı işgal eden Naziler ülkenin ekonomik kaynaklarını talan ederler ama insanı sömürgeleştirmeleri sınırlı kalır. Fransa halkının diline, tarihine, kültürüne dokunmazlar.

            Avrupa dışı sömürgecilikte ise insan da sömürgeleştirilir. Siyah insanın (Fanon özellikle Afrikalılar için konuşmaktadır) dili, tarihi, kültürü yoktur. Var olduğu sanılan da işe yaramaz ve kısa sürede unutularak ya da geri plana itilerek sömürgecinin dilinin, tarihinin, kültürünün benimsenmesi gerekir. Sömürge ülkenin siyah insanı artan oranda insan olmaktan çıkar ve kendini aşağılayarak sömürgecinin değerlerine sahip olması için zorlanır.

            Fransa’da üniversite bitirmiş Martinikli bir siyah olan Fanon psikanalisttir ve sömürgecilikle renk ilişkisinin psikolojik çözümlemesini yapar.

            1950’li yıllarda geçerli olan kurama göre, psikolojik rahatsızlıkların kökeninin araştırılmasında kişin çocukluk dönemine gidilmesi gerekir. Yetişkinlikte ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklar genellikle ilk sosyalizasyondaki (aile içi sosyalizasyon) kaynaklanır.

            Fanon’a göre sömürge insanı için bu kuram yetersizdir. Sömürge insanı aileden görece ayrılıp eğitim ve öteki toplumsal kurumlarla karşılaştığında (aile sonrası sosyalizasyon) büyük şok yaşamakta ve bu da onda genellikle ağır psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Normal olarak ailedeki sosyalizasyonunun aile sonrasındakine hazırlaması gerekirken, sömürge ülkelerde ikincisi ilkini reddeder. Ailede öğrendiği kadarıyla anadil ve kültürün toplumsal kurumlarda önem taşımadığını görür. Bildiklerini unutmalı ve sömürgecinin dilini ve kültürünü benimsemelidir. 


            Fanon bu durumu bir dönem psikiyatrist olarak çalıştığı Cezayir’de hastalarından verdiği örneklerle açıklar.
            Sömürge insanı ailede ve işleyişi sömürgecilik tarafından belirlenen kurumlarla ilişkilerinde birbirinden oldukça farklı normlara uymak zorundadır. Kendini inkar etmeye ve başka birisi olmaya zorlanır. Sömürge insanı insanlıktan çıkar ve bu durum onu büyük bir gerilime sokar.

            Fanon, Kuzey Afrika ülkelerinde görülen ve nedenleri açıklanamayan büyük cinayet dalgalarını bu gerilime bağlar. Gerilim sömürge insanını şiddete sürükler ve bu şiddet önce benzerlerine yönelir.

            ŞİDDETİN İYİLEŞTİRİCİ İŞLEVİ

            Fanon’un tezlerinin yıllardan beri özellikle ilgi çeken ve tartışılan yanı şiddetle ilgilidir. Fanon’a göre sömürge insanının kendinden kurtulabilmesi, insanlık dışılıktan insanlığa geçebilmesi, özgüvenini kazanması ancak sömürgeciye şiddet uygulamasıyla mümkündür.
            Burada söz konusu olan sömürgeciye karşı şiddet kullanılarak bağımsızlığın kazanılabileceği değildir. Bu görüş yeni değildir ve Mao ile Giap’ta kaynağını bulur. Fanon’u farklı kılan, şiddetin birey üzerindeki iyileştirici etkisidir. Sömürgecilik şiddet demektir. Yerlinin hayatı sürekli olarak sömürgecinin şiddetiyle doludur. Yerli her şeyiyle reddedilmenin ve aşağılanmanın yarattığı gerilimden ancak şiddet uygulayarak kurtulabilir.
            Sömürgeciye yönelik şiddet, yerlinin kendini ispatlaması ve başka birisi olmaya zorlanmanın yarattığı iç gerilimden kurtulması için önemlidir.
            Cezayir’de ulusal kurtuluş savaşının gelişmesinin ardından ülkedeki cinayet dalgalarının hafiflemesi dikkat çekicidir. Yerlinin kendine yönelmiş şiddeti artık sömürgeciye yönelmiştir.
            Fanon’da şiddetin iyileştirici işlevi değişik yanlış değerlendirmelere yol açmıştır, ki bunlardan bir tanesi Arendt’te görülür.
            Fanon, Sorel’de olduğu gibi, şiddeti genel bir çare olarak görmez. Fanon için şiddet, sömürge insanının geçmesi gereken zorunlu bir aşamadır ve görüşlerinin özellikle Kuzey Afrika ülkeleri için geçerli olduğunu özellikle belirtir. Onun şiddetle ilgili görüşünü herhangi bir ek analize gerek duymadan metropollere taşımak doğru değildir. 

            1961 yılında 36 yaşında iken kan kanserinden hayatını kaybeden Fanon’un şiddete ilişkin görüşleri, 1968 hareketinin bir bölümü tarafından metropoller için de benimsenir. Arendt’in eleştirisi de bu benimsemeden yola çıkmakla birlikte, başka alan için geçerli olduğu savunulan bir teoriyi metropollerdeki uygulamalarından hareket ederek eleştirmek doğru değildir. 

           
            FANON VE MARKSİZM
            Fanon kapitalizme karşı olduğu için kendisini marksist olarak tanımlar. Benzeri bir durum 1950’li yıllarda Afrika ülkelerinin sömürgecilikten kurtuluş mücadelelerinde sivrilen öteki entelektüeller (Nkrumah, Cabral) için de geçerlidir.
            Ne ki Fanon, 1950’li yıllarda sömürgeciliğe karşı savaşları destekleyen SSCB’nin güçlü olarak varolduğu koşullarda kendisi için başka bir tanımlama bulamadığı için marksisttir. Fanon ve diğer sosyalist entelektüellerin marksizmle sorunu, marksizmin Marx-Engels döneminde sömürgeciliği ilerici olarak değerlendirmesinden kaynaklanır. 

            Fanon’a göre marksizm sömürgecilik konusunda yetersizdir. Daha açık söylendiğinde, marksizm başından itibaren sömürgeler konusunu yanlış değerlendirmiş ve yanlış tutum almıştır.
            Kapitalizm sömürgecilik olmadan düşünülemez. Sömürgelerin talanı ve köle emeği olmadan ilkel birikim gerçekleşemeyeceği gibi, kapitalizmin hızla yükseldiği dönemin yaşanması da mümkün olmazdı. 

            Klasik sömürgecilik Avrupa kökenlidir (İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, İspanya, Portekiz, Almanya). İngiltere ve Fransa büyük sömürge imparatorluklarına sahip iki ülkedir. Marx ve Engels sömürgecilerin vahşetini ve kapitalizmin kan denizi içinde yolunu açabildiğini belirtmelerine karşın, bu durumu tarihsel olarak ilerici çerçevede değerlendirirler.
 
            Kapitalizm sömürge ülkelerin geleneksel ekonomilerini yıkar, onları dünyaya açar, o ülkelerdeki kapitalizmi geliştirir, işçi sınıfının ortaya çıkmasını ve çoğalmasını sağlar.
            Marx, Hindistan’daki İngiliz egemenliğini bu çerçevede değerlendirir. Hindistan sömürgecilik vasıtasıyla kapitalizme ve modernizme açılmaktadır.

            Aynı anlayışı Engels, Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesi üzerine, İngilizce yayınlanan Çartist gazete Northern Star gazetesinin 22 Ocak 1848’de 535 nolu sayısında yayınlanan yazısında da ifade eder. Yazının başlığı yeterince açıklayıcıdır: “Defence of Progressive Imperialism in Algeria – Cezayir’de İlerici Emperyalizmin Savunulması.”

             Bu saptama Cezayir ulusal kurtuluş savaşçıları ve genel olarak devrimci Afrikalı entelektüeller için kabul edilemez özelliktedir. 

            Fanon yazılarında sadece marksizmden söz eder, leninizmden söz etmez. Marx ve Engels’in sömürgecilikle ilgili saptamalarının kapitalizmin serbest rekabetçi ya da ilerici dönemine ait olduğu, emperyalizm döneminde durumun değiştiği söylenebilir. Böyle bir yanık sömürge ülkeleri halklarının entelektüellerini ikna etmeyecektir. Onlar, bunun Avrupa marksizmine ait bir saptama olduğunu, kendileri için durumun iki dönemde de değişmediğini belirteceklerdir: ülke iki dönemde de talan edilmiş, yerli halk iki dönemde de insanlıktan çıkarılmıştır.
            Fanon, sömürgeci ülkelerdeki marksizmden ya da Avrupa marksizminden söz eder. Marx-Engels’e göre sömürgeci ülkelerin işçi sınıfı sömürge halklarının doğal müttefikidir, ama sömürge halkları bu sınıftan kayda değer bir dayanışma görmemişlerdir. Tersine, metropollerdeki işçi sınıfı sömürgelerin talanından küçük de olsa payını almıştır. 

            Fanon’un genç yaşta ölümü Afrika marksizmini geliştirmesini engellemiş olmakla birlikte, Avrupa marksizminden en önemli ayrılık noktasını açık olarak ifade etmiştir: sömürge ülkelerin işçi sınıfı ayrıcalıklı bir konuma sahiptir ve sömürgeciliğin nimetlerinden az da olsa yararlanır. Sömürgelerde kaybedecek şeyi kalmamış olanlar işçiler değil, köylülerdir.
           


FANON VE FRANSIZ KOMÜNİSTLERİ

            Fanon hayatı boyunca Fransız Komünist Partisi ile ilişki içinde oldu. Fanon, Martinik’te iken şiirlerini okuduğu Aime Cesaire parlamento seçimlerinde Fransız Komünist Partisi’nden (FKP) aday olur. Fanon seçim kampanyasında Cesaire için çalışır.
            Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında FKP’nin tutumu her ikisinde de büyük hayal kırıklığı yaratır. FKP, Fransa sömürgesi olan Vietnam’ın desteklemiş olmakla birlikte, aynı tutumu Cezayir için göstermez. Cezayir, Fransa için herhangi bir sömürge değildir. Cezayir, Afrika’da Sahra’nın güneyindeki Fransa sömürgelerinden de farklıdır. Cezayir Fransa’nın uzantısıdır ya da başka bir deyişle Cezayir Fransa’dır. Cezayir’de 130 yıldır süren sömürgecilik boyunca bu ülkenin Fransa’nın ayrılmaz bir parçası olduğu işlenmiş, halkın ve aydınların zihninde doğal bir durum gibi yerleşmiştir.

            1956 yılında Fransız parlamentosu hükümete Cezayir’deki savaşta özel bazı uygulamalar (milis kurulması vb.) için yetki verir. FKP milletvekilleri yetki yasası lehinde oy kullanırlar. Gerekçeleri, Fransa halkının da Cezayir’i Fransa’nın parçası olarak gördüğüdür. (Benzer bir gerekçe birinci Dünya Savaşı öncesinde savaş kredilerini destekleyen SPD tarafından da kullanılmıştı: işçiler böyle istiyor.) Bunun üzerine Cesaire FKP’den istifa eder. Cesaire’nin istifa gerekçesi çok sayıda siyah aydının ortak düşüncesi gibidir: “Marksizm ve komünizmin siyah insanların hizmetinde olmasını dilerdim, tersinin değil.”

            Fanon, “Fransız entelektüelleri, demokratları ve Cezayir devrimi” başlıklı makalesinde, bu kesimin kendilerine sürekli akıl verdiğini, Cezayir’in bağımsızlığını desteklemek yerine pazarlık yapmaya çalıştıklarını anlatır. 

            J.P.Sartre gibi bir bölüm entelektüelin açık dayanışmasına karşın Fransız demokratlarının çoğunluğunun ve FKP’nin olumsuz tavrına karşın Fanon bu kesime yönelik ikna çabasını ve dayanışma çağrısını sürdürecektir.

            Fanon eleştirilerini açıkça yapmakla birlikte FKP’ye ve Fransız demokratlarına yönelik sivri bir dil kullanmaz. FKP’nin tutumu açıkça şovenizm kapsamına girmekle birlikte eleştirilerinde böyle bir belirleme kullanmaz.
            FKP, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sının İtalyan Komünist partisi ile birlikte en güçlü iki partisinden bir tanesidir. Fanon ve Afrikalı devrimci entelektüellerin sosyalizmin örgütlü güçlerinden bir tanesiyle olan ilişkisi büyük hayal kırıklıklarını içerir ve “onların marksizmi Avrupalıdır, bizimki başka olmalıdır” düşüncesini güçlendirir.

             
        FANON SONRASINDA FANON
           
 Fanon’un erken yaşta ölümünün ardından Fanon bazen unutulur gibi olur bazen güncelleşir. Rengi siyah olanların dünyanın her tarafına dağılmış olması ve onlarla ilgili olarak yapılan çok sayıda araştırmada mutlaka Fanon’a referans verilir. Fanon’un tezleri ulusal kurtuluş savaşının oldukça ilerisinde içeriğe sahiptir. O, siyahın beyaz karşısındaki psikolojisini incelemiştir. İçine itildiği derin komplekslerden nasıl kurtulabileceğini açıklamıştır.
            Bu açıklama sadece 1950’li yıllardaki Afrika ülkeleri ulusal kurtuluş savaşlarında değil, ABD ve değişik Avrupa ülkelerinde yaşayan siyah insanlar (Afro Amerikalı, Afro Avrupalı) için de geçerlidir.