5 Eylül 2013 Perşembe

68’İ AŞAMAMAK… (1)



Engin Erkiner


AKP Milletvekili ve öğretim üyesi Burhan Kuzu’nun öğrencilerin yumurtalı protestosuyla karşılaşması, bundan önce de İstanbul’da polisin hükümetin üniversitelere yönelik tutumu nedeniyle Başbakan’ı protesto etmek isteyen öğrencilere vahşice saldırması, 1968 tartışmasını yeniden gündeme getirdi.


Batı ülkelerinde, belirli yıldönümlerinin dışında, 68 konusu kolay kolay gündeme gelmez, çünkü aşılmıştır. 68 bugün de yaşayan ya da yaşatılması gereken bir dönemin adı değildir, aşılmıştır, tarihte kalmıştır.


Bu aşılmayı ve bazı ülkelerdeki aşılamamayı sadece sol hareket açısından ele almak istiyorum.


Bizde üniversitelerde öğrenci hareketinin yükselmesinden söz etmek için henüz erken… Bu hareket durulacak mıdır yoksa daha da gelişecek midir, birlikte göreceğiz.


Fransa ve İngiltere’de ise tersine bir durum söz konusudur.


Fransa’da işçilerin başlattığı emeklilik yaşının yükseltilmesiyle ilgili eylemlere öğrenciler de –lise öğrencileri de dahil- katıldı.


Bazı Avrupa ülkelerindeki lise öğrencilerinin eylemlere katılması bize garip gelebilir ve “daha yaşları kaç?” diye sorulabilir.


Böyle bir soru yanlış olur, zira bu ülkelerde ilkokuldan lise sona kadarki öğrenim süresinin bizdekinden iki yıl fazla olduğunu dikkate almamaktadır.


Bu satırların yazarı 22 yaşında iken beş yıllık üniversiteyi bitirmişti. Değişik Avrupa ülkelerinde ise 22 yaşında üniversiteye başlamak hiç de garip değildir.


İngiltere’de ise üniversite harçlarının yükseltilmesine karşı öğrenciler eyleme geçtiler.


Her iki ülkede de polisin öğrencilere karşı tutumu bizdekinden dikkat çekecek kadar farklıdır.


Polis olmak ve çeşitli silahlarla donatılmış olmak, bu silahların ilk fırsatta kullanılması gerektiği anlamına gelmez. Polis, eğitimi sırasında özellikle psikolojik eğitim görür. Hemen tahrik olmamayı öğrenir. Silah ve gaz bombası kullanmak değil, kullanmamak marifettir.


Fransa ve İngiltere bir zamanlar dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarına sahipti. Yıllarca sömürge savaşları yaşadılar ve her fırsatta açık şiddet kullanmanın ters sonuçlara yol açabileceğini gördüler.


Yönetimler, bu nedenle, şiddet kullanırken ihtiyatlı davranırlar. Gösterilere sert şekilde saldırırsanız, onları dağıtabilirsiniz, ama bunun arkasından gelecek olanı da düşünmek gerekir.


Almanya’da Stuttgart kentinde bunun bir örneği yaşandı.


Stuttgart 21 projesi çerçevesinde kentin görünümünü önemli oranda değiştirecek yeni bir tren garı ve çevrenin de yeniden düzenlenmesi gündemdeydi. Oldukça da pahalı bir projeydi.


Halkın bir bölümü bu projeye karşıydı, ama buna rağmen proje için gerekli inşaatlara başlanınca, protestolar da başladı.


Polis protestoculara resmen saldırdı ve dağıttı, ama protestolar bitmedi ve artarak sürdü. Bir kentteki protesto Almanya’nın politik gündeminde birdenbire ön sıraya fırladı. Böyle olunca eyalet hükümeti geri adım atmak zorunda kaldı ve hükümet ile protestocular arasındaki sorunu çözmek için bir arabulucu saptandı.


Burada sorun, hükümetlerin ne kadar demokratik oldukları meselesi değildir. Evet, Almanya’da federal hükümetin yanı sıra eyalet hükümetlerinin de uymak zorunda oldukları –bir bölümü yazılı olmayan- katı kurallar var, ama burada asıl dikkat edilmesi gereken protestonun yayılma eğilimi göstermesidir.


Toplumun protestonun dışında kalan büyük kesiminin bu protestonun ana temasını içselleştirebilmesidir: bir bölgede yaşayan halkın onayı alınmadan o bölgeye ilişkin büyük projeler yapılamaz.


Çok kişi böyle bir amacı benimseyince ve dahası arabulucu Geissler bile Stuttgart 21’den esas çıkarılması gereken dersin bu olduğunu belirtince, protestocularla görüşme yapılmak zorunda kalınıyor.


Bir de işin öteki tarafı var: protestocular “istemezük” demenin ötesinde alternatif bir proje sunuyorlar. Protestocuların yanında olan ve en az hükümet projesini hazırlayanlar kadar uzman kişiler olan alternatif projeciler, protestoculara sağlam bir tartışma zemini sunuyorlar.


Stuttgart 21 yine hayata geçirilebilir, ama önemli oranda değiştirilerek…


Buradan ülkemizdeki öğrenci eylemlerine geçecek olursak…


Toplumsal tepki oldukça zayıf… Dahası, öğrencilerin geneline yayılan tepki bile henüz zayıf durumda…


Dahası, medyada öğrencileri haklı bulanlar bile, genellikle biçimi haklı bulmanın ötesine gitmiyorlar.


“Protesto etmek doğal bir haktır, öğrencilerin protestosu haklıdır” gibi yaygın sayılabilecek bir söylem var.


Burada haklı olan nedir? Öğrenciler neyi protesto ediyorlardı ve seçenek olarak neyi savunuyorlardı?


Bunlar belirgin değildir.


Medya büyük bir çarpıtmacı olarak rol oynuyor ve meseleyi esasından uzaklaştırmak için büyük çaba gösteriyor.


AKP Hükümetinin İtalya ve Fransa hükümetlerinden öğrenerek medyayı olabildiğince denetim altında tutmaya çalıştığını, yandaş medyayı sürekli güçlendirdiğini belirtmek gerekir.


“Önemli olan ne olduğu değil, insanların onu nasıl duyduğudur.”


Duyulanla olan birbirinden çok farklı olabilir.


Gerçekliğin ne olduğu ile, toplumsal olarak bu gerçekliğin nasıl üretildiği birbirinden oldukça farklı olabilir.


Bu farklılıkta bizdeki 68’in trajedisi de yatıyor.


Geçmişle övünmekten bugüne bakamayanlar, güçlü İslamcı motifler taşıyan bir hükümetin, başkalarından öğrenmek anlamında kendilerinden daha modern olduğunu da göremiyorlar.


Bugüne bakabilselerdi, bunun için gerekli donanıma sahip olabilselerdi, bu ülkede 68 de nihayet aşılmış olurdu.


Fransa’da, bizdekiyle karşılaştırılamayacak kadar büyük öğrenci olayları sırasında bile 68’in bu kadar çok sözü edilmemişti.


Bizde ise birkaç öğrenci eylemi bile hemen 68’e benzetiliyor, çünkü hala orada yaşıyoruz.


Gelecek yazıda konuya devam edeceğim…

Hiç yorum yok: